KUMBARACI RAMP
There’s a district in the city
with seven hills that has more hills and staircases than you can shake a stick
at. Of course, this is none other than Beyoğlu, which, by the way, is home to 336
hills and sets of stairs. It is the right address to get lost on the city
streets and follow the traces of time.
With one end going down to Tophane and the other stretching to İstiklal Street, Kumbaracı Ramp is one of the more well-known streets here. Having preserved its traditional neighborhood atmosphere, today’s residents are mostly from Bitlis, Siirt, Çorum, Erzincan, Giresun and Rize, as well as families from many other places around the country … In addition, it is also home to Arabs, Britons, French and African immigrants. Striking for its multi-ethnicity, this street embraces people like Pera did in other eras.
Derived from the name ‘Humbaracı Ahmet Pasha’, the people gradually turned it into ‘Kumbaracı Ramp. Humbaracı Ahmet Pasha’s real name was Count de Bonneval. This French stateman was the one who first incorporated European-style innovations in the Ottoman Army. Though he constantly felt a longing for his motherland, he was also very fond of İstanbul. This is how he espressed his love for İstanbul and Turks in his diary:
“İstanbul is the land of shiny lights and wonderful fragrances. The Bosphorus is a long piece of blue lace that strains these lights and scents coming from Asia to Europe and vice-versa…”
Without a doubt, this city is a corner of paradise. However, it doesn’t make me forget about France. For a clever and competent man, İstanbul is an intellect who promises everything. There is fame and fortune. However, it cannot wretch all these things from my heart for the sake of the land. I remain here with these. That’s because I love the Turks. They are peerless people who deserve this piece of paradise. They have a modesty in their creation that is not found in angels. I’m afraid of forgetting my motherland amidst these great-spirited people. The motherland is saintly but so are the Turks.”
Once upon a time, Kumbaracı Ramp was a street where noble French people, like its namesake Humbaracı Ahmet Pasha used to live. Amongst the French who live on this street back then whose names we were able to find were; the owner of the telegraph agency, Le Count Beravaşka; the director of the German Bank, Pala Dur Joseph; the chief bookkeeper of the Galata Rıhtım Company, Arlot Ojer Sezar and a staff member at Credit Lyonnais, Camile Fransuva. These people were exiled to different places around the country as their native countries acted in defiance of the Lahey Treaty of World War I. Melancholy befell the hill as the foreign part of the community departed İstanbul between 1919-21.
These days, the hill has a kind of childish joy to it. There are kids playing ball and various games on this famous hill of Beyoğlu. A photo exhibit comprised of images of the surroundings streets, as well as those who ventured up the hill.
Stretching from İstiklal Street to Tophane, this hill is a corridor blended with a neighborhood atmosphere, intertwined in city life as a gate that opens from the latest trends to back in time. If you ever happen to encounter this hill, slow down a bit and let your eyes behold a social and structural texture that is rarely encountered elsewhere in İstanbul. Perhaps in this manner, you’ll have the opportunity to look through a completely different window, like children. Who knows, maybe a ball that the kids are playing with will roll to your feet and you’ll score a goal that will knock all your worries away …
KUMBARACI YOKUŞU
Yedi tepeli bu şehrin bir semti var ki orada düz
sokaktan çok yokuş ve merdiven var. Burası tabiî ki Beyoğlu’ndan başka bir yer
değil. Toplamda 336 tane yokuşu ve merdiveni olan Beyoğlu, bu şehrin
sokaklarında kaybolup, zamanın izlerini sürmek için doğru adres.
Bir kolu Tophaneye diğer kolu İstiklal Caddesine
uzanan, Kumbaracı Yokuşu, bunlar arasında en fazla adı duyulanlar arasında yer
alıyor. Geleneksel mahalle atmosferini bu güne kadar koruyabilmiş bu yokuşun
şimdiki sakinleri, Bitlis, Siirt, Çorum, Erzincan, Giresun ve Rize ağırlıklı
olmakla beraber, ülkenin pek çok yerinden gelen aileler… Bunun dışında Araplar,
İngilizler, Fransızlar ve Afrikalı göçmenlere de ev sahipliği yapıyor. Çok
kültürlülüğüyle dikkat çeken bu sokak, insanlarını tıpkı bir dönemlerin
Pera’sının yaptığı gibi kucaklıyor.
Adını Humbaracı Ahmet Paşa’dan alan yokuş,
zamanla halk dilinde Kumbaracı Yokuşu’na dönüşmüştür. Humbaracı Ahmet Paşa’ysa
asıl adı Kont de Bonneval olan aslen Fransız kökenli, Osmanlı İmparatorluğu’nda
askeri sahadaki Avrupa tarzı ilk yenilik uygulaması başlatan devlet adamıdır.
Ülkesi olan Fransa’ya duyduğu vatan hasretini her dem hissetmekle beraber, bir
İstanbul aşığıdır. İstanbul’a ve Türkler’e olan sevgisini güncesinde şöyle
ifade eder:
“İstanbul, pırıltılı ışıklar ve güzel kokular
diyarı. Bosfor, Asya’dan Avrupa’ya ve Avrupa’dan Asya’ya akıp gelen bu
ışıkların ve kokuların, mavi dantelden yapılmış uzun bir süzgeci. Koridor, iç
liman, bosfordan beriye geçen güzelliklerin son yıkandıkları havuz. Bu şehir,
şüphe yoktur ki cennetten bir köşedir. Fakat bana Fransa’yı unutturamıyor.
İstanbul, zeki ve iş bilen bir adam için, her şeyi vaat eden bir alim. Burada
şan var, servet var. Lakin kazanılan bütün bu şeyler yüreğimden yurt aşkını
söküp atamıyor. Bununla beraber burada kalıyorum. Çünkü Türkleri seviyorum.
Onlar cennetten bir köşe olan bu eşsiz memlekete yakışan, eşsiz insanlar.
Yaradılışlarında ise meleklerde bulunmayan bir mahviyat (alçak gönüllülük) var.
Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve
pek aziz. Lâkin Türk de aziz ve çok aziz”.
Geçmiş dönemde Kumbaracı Yokuşu, özellikle adını
taşıdığı Humbaracı Ahmet Paşa gibi, itibarlı Fransız asıllı kimselerin oturduğu
bir sokaktır. O dönem, bu sokakta ikamet eden ve isimlerini bulabildiğimiz
Fransız asıllı isimler; telgraf ajansı sahibi, Le Kont Beravaşka; Alman Bankası
direktörü; Pala Dur Joseph; Galata Rıhtım Şirketi’nin baş muhasebecisi, Arlot
Ojer Sezar ve Kredi Lyone Bankası memuru, Kami Fransuva’dır. Bu isimler,
uyruklarının bulunduğu devletlerin Birinci Dünya Savaşı’nda Lahey Sözleşmesi’ne
aykırı davranmaları nedeniyle, Kumbaracı Yokuşu’ndan ülkenin farklı yerlerine
sürgün edilirler. 1919-21 yılları arasında, yokuşa ayrılıkların verdiği hüzün
çöker.
Şimdilerde yokuşun genelinde bir çocuk neşesi hakim. Sıklıkla top oynayan, Beyoğlu'nun bu ünlü yokuşuna çeşitli oyunlarıyla tat katan çocuklar, geçtiğimiz yıllarda bir fotoğraf sergisi düzenleyerek, sokaklarına ve çevrelerine bakışlarını, yokuşa yolu düşenlere sergilediler.
İstiklal Caddesi’nden Tophaneye uzanan bu yokuş,
mahalle atmosferiyle harmanlanmış bir koridorun, son trendlerden tarihe açılan
bir kapısının şehir yaşantısında vücut bulmuş halidir. Bu yokuşa yolunuz
düştüğünde, temponuzu biraz yavaşlatarak, İstanbul’da nadiren kalan sosyal ve
yapısal dokuya gözlerinizin dokunmasına izin verin.
Belki siz de bu şekilde
çocuklar gibi bambaşka bir pencereden bakma şansına sahip olursunuz; kim bilir
çocukların oynadığı top ayağınıza gelir, tüm dertleri savururcasına bir gol
atarsınız hayata…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder