Bu Blogda Ara

İzleyiciler

Sayfalar

11 Şubat 2012 Cumartesi

İPEKTEN FİLM ŞERİDİ / A SILKEN FILM STRIP






  BEYOĞLU’NDAN İPEKTEN BİR FİLM ŞERİDİ GEÇTİ  

Bundan yıllar önce, televizyon bin bir kanalla yaşam alanlarımızı işgal etmeden evvel; hayaller, sinemanın beyaz perdesinden yüzlere yansırdı. Hayat adeta sinemadan öğrenilirdi. Bazıları için hayat sinemada yaşanırdı. Kimi Beyoğlu salonlarında, kimi açık hava sinemalarda. O zamanlar sinema perdesindeki hayatları canlandıran sanatçılar, sere serpe hayatlar yaşamaz, her birine saygı ve sevgi beslenilirdi. Peş peşe oynatılan filmlerden daha önce, tatil günlerinin en güzel eğlencesiydi, sinemaya gitmek. Hele ki Beyoğlu’nda…

Dışarıdan gelen birçok yenilikler gibi, sinemaya da ilk ev sahipliğini Beyoğlu yapmıştır. Beyaz perdeye yansıyan oyunlar, bizim kültürümüz için bir ilk değildi. Şüphesiz, Karagöz- Hacivat oyunları yüzyıllardır, başka türlü de olsa yine beyaz bir perdeden aksediyordu izleyicilerin gülen yüzlerine. Sonrasında ise özellikle İstanbul’da büyülü fener ve optik tiyatro gösterileri yer almıştı. Sinemanın ülkeye girmesinden evvel gerçekleşen bu gösteriler de, genellikle Beyoğlu salonlarında olurdu.

 İPEKTEN FİLM ŞERİTLİ GÜNLER 

Bin dokuz yüzlerin başlarında ise, ipekten bir film şeridi geçmeye başladı Beyoğlu’ndan.
Türkiye’de sinema yapımcılığına ön ayak olmuş bir aile; İpekçi ailesi, İstanbul’da kuracağı yapım şirketi ile Türk sinemasında önemli adımlar atmaya başlamıştı. 1901 Selanik doğumlu İhsan İpekçi, henüz on dokuz yaşındayken, aile geleneği ipek ticareti yerine sinema filmlerini getirmeye başladı. İleriki yıllarda işinin farklı alanlarına da soyunan İpekçi, o dönemin şartları açısından ileri görüşlülük olarak nitelendirilebilecek, bir öngörüde bulunmuştu.1928 yılına gelindiğinde, kardeşi Kani İpekçi ile İpek Film şirketini kurdular. Ülke, Cumhuriyetin emekleme dönemini yaşamakta, halk ise yeni geride bıraktığı ve ağır bedeller ödemek zorunda olduğu I. Dünya Savaşı’nın yaralarını sarmaktaydı. Kuşkusuz o dönem, hiçbir medeniyet, henüz tam bir refah düzeyi ve zenginliğe ulaşabilmiş değildi. Yine de sanatçıların söyleye geldikleri o ünlü lafı, İhsan İpekçi kendine şiar edinmiş olsa gerek; şov devam etmeliydi. İnsanların filmlere ve hayallere ihtiyaçları özellikle zor dönemlerde daha da bir artar. Sinema, çekim, montaj, dublaj ve oyunculuk gibi her biri ustalık ve titiz bir çaba gerektiren, pahalı tekniklerden oluşan yedinci sanat, o yılların koşulları altında epey cesaret isteyen bir işti şüphesiz. İpekçilere etraftan çılgın gözüyle bakıldığını duyumsamak işten bile olmasa gerek.  Ancak ilerleyen yıllarda, nefesler tutulmuş, yaşlar yanaklardan süzülmüş ve sinema salonları yüz binlerle buluşmuş olduğunda, bu cesaretin meyvesi de alınmıştı.

 MUHSİN ERTUĞRUL’UN SİNEMA SAHNESİ 

İpek Film’in yapımcılığını üstlendiği filmlerde Muhsin Ertuğrul’un çok önemli bir yeri vardır. Türk tiyatrosu kadar, sinemasının da öncü ismi Muhsin Ertuğrul’un öncülüğünde ilk olarak 1928’de Kemal Film kurulmuş, ancak geçirilmekte olan zor yıllar ve ağır ekonomik koşulların da etkisiyle uzun yıllar ayakta kalmakta zorlanmıştı.  Ancak İpekçiler, Muhsin Ertuğrul’un ihtiyaç duyduğu ödenek ve vizyonu sağlayarak, yıllar boyunca Türk sinemasına birçok film kazandırdılar. Muhsin Ertuğrul, adeta İpekçi ailesinin yönetmeniydi. 1931 yılında İstanbul Sokakları filmi ile ilk Türk ortak yapımı sesli filme beraberce imza attılar (Mısır- Türk- Yunan ortak yapımı). Başrollerde Semiha Berksoy, Talat Artemel gibi Türk oyuncular olmasının yanı sıra, Mısırlı ve Yunanlı oyuncular da filmde rol üstlenmişlerdi. Teknik yetersizlikler nedeniyle, filmin seslendirme işlemi Paris'teki Espinay stüdyolarında yapılıp, İstanbul’a getirilmişti. İstanbul Sokakları isimli filmin topladığı büyük ilginin ardından, İhsan İpekçi önemli bir karar daha alarak, ilk Türk ses stüdyosunu da Nişantaşı’nda kurmuştu. Bu filmle Türk sinemasında dönemin önemli ses sanatçılarının, beyaz perde ile akrabalıkları başlamış, sonrasında çekilen filmlerde de genellikle şarkılara önemli yerler verilmişti. İstanbul Sokakları’nda filmi, daha sonra 1964 yılında yeniden çekilerek, Cüneyt Arkın ve Filiz Akın’ın başrolleriyle beyaz perde de tekrar hayat buldular.

 İKİ MELEĞİN KORUMASINDAKİ SİNEMA 

İpekçilerin film yapımcılığını anıp, sinema salonu işletmeciliği anmamak olmaz. Beyoğlu’nun en eski sinema salonları olan Emek, Fitaş, Beyoğlu gibi köklü salonların da uzun yıllar işletmeciliğini yürütmüştü aile. Tarihi Emek sineması, bugün İstanbul Festivali başta olmak üzere ulusal ve uluslar arası film festivallerine,  ev sahipliği yapıyor. Bu görevini üstlenirken, salonların geçmişinden günümüze taşıdığı izleri görmek mümkün. Bütün eski salonların arasında Emek Sineması’nın biraz farklı bir konumu var. Bu salon İstiklal Caddesi üzerinde değil,  Yeşilçam sokağı içindedir.  Müdürü, biletçisi, yer göstericisi, yani değişmeyen çalışma takımı ile senelerdir beraber yürüyor, film şeridinin üzerinde. Salonun senelerdir değişmeyen kendine has kokusu sizi karşılıyor, tıpkı seneler önce İpekçi ailesini karşıladığı gibi. En güzeli de anneniz, babanız, dedeniz ve ninenizin de bugün oturulan salonlarda bulunmuş olabileceği bir yer; Emek sineması. Bu sinema ismini, ilk olarak dış cephesinde bulunan art neouvo tarzındaki iki melek kabartmasından almıştı. Dış cephesindeki süslemeleri, binanın içinde, tavan, balkon fuaye kısımlarındaki süslemeler takip eder.
Locaları, balkonları, ön sıraları ile İpekçilerin zamanında daha bir naifti sanki bu salonlar. Salonun perdeye yakın koltuklarına, birinci bölüm adı verilir ve en zor da o koltuklar satılırdı. Salonda yer kalmayınca, dolan bu ön koltuklardan filmi izlerken, bilete bir miktar daha az para verilse de, film takip edilecek diye, boyunda mayhoş bir ağrı oluşurdu.
İpekçilerin bir dönem işletmeciliğini üstlendiği diğer salon ise, Fitaş salonudur. O dönemde özellikle az bulunan yabancı malların satıldığı, şaşalı pasajın içindeki yeri ile Fitaş da aynı derecede saygın bir salondu. Özellikle pasajın içinde salona doğru gidilirken, önünden geçilen ayakkabı mağazalarının vitrinleri göz kamaştırırdı. Özellikle yüksek altlı, lord tipli modeller kendini izleyenleri pek bir hayran bırakırdı.
İpek Film’in yapımcılığını üstlenmediği yabancı filmlerin genellikle bir ya da bilemediniz iki kopyası olurdu sadece. Bunlar da Beyoğlu’nun gözde sinemalarında perde alırlardı ilk olarak. Yeni filmler de diğer yenilikler gibi şehre ilk Beyoğlu’ndan giriş yaparlardı. Daha sonra getirilen film Harbiye, Pangaltı, Osmanbey sinema salonlarına geçerdi.

 TİYATRODAN SİNEMAYA 

İpek Film yapımı filmlerin vazgeçilmez yönetmeni denince, akla hemen gelen isim; Muhsin Ertuğrul. Ertuğrul, tiyatroya verdiği büyük emeğinden, sinemanın etkilenmemesi pek mümkün olamazdı. Bu yüzden ilk filmlerde tiyatronun soluğu hissedilirdir. O dönemin sinemasında konu ve malzeme olmuş bir diğer önemli kaynak da batı filmlerinden ve edebiyat klasiklerinden uyarlamaydı. Dönemin iyi ve öncü tiyatro oyuncuları, İpek Film stüdyolarından sık sık geçerek, beyaz perdeden daha geniş halk kitlesine ulaşabiliyorlardı. İpek Film'in çektiği ilk filmler, Cumhuriyet’in batılılaşma ve modernleşme projesiyle paralel seyir izlemekteydi. Mısır filmleri akımının etkisiyle, ünlü şarkıcıları başrol oyuncusu olarak oynatma geleneği de İpekçilerle başlar. Muhsin Ertuğrul'dan sonra filmlerin içeriği değişiyor. 1950'lerde ise tarihi filmlere ağırlık verirler.


 ÜLKESİNE DEĞER KATAN BİR AİLE 

İpekçi ailesi, Türkiye’de filmcilik dışında da önemli isimler yetiştirebilmiş. Ailenin hemen hemen bütün bireyleri Robert Kolej, Saint Michel, Galatasaray Lisesi gibi özel okulların yanı sıra çoğunlukla yurt dışında eğitim almışlar. İş alanlarında olduğu gibi hayat tarzı olarak da batılı yaşam tarzında yaşamış bir aile. İsmail Cem, Abdi İpekçi gibi önemli isimler de aile mensuplarından. Özellikle Abdi İpekçi, Türkiye’de gazeteciliği, meslek ilkeleri üzerine oturtmaya kendini vakfetmiş değerli bir gazeteciydi. Geçmiş dönem çocukların başta olmak üzere, yetişkinlerin de severek izlediği Laurel – Hardy tiplemesine İhsan İpekçi’nin kuzenleri ses verirler..

İpek Film, hayalleri artık beyaz perdeden bize aksettirmiyor. Sinema salonları, yeni işletmecilerine çoktan devrolmuş. Ne ki, Beyoğlu’ndan ipekten bir film şeridi geçti gitti yıllarca. Aşklarla, ayrılıklarla, özlemlerle hüzünlendi koskoca bir şehrin insanları, gözleri yaşlandı zaman zaman. Ayhan Işık’la güldü, Belgin Doruk’la şarkılar söyledi. Hayallere daldı gitti İstanbullular, ellerinde buz gibi Frigolar, Çamlıca gazoz şişeleri ayak diplerinde… Ülkenin hatta dünyanın kararmış günleri oldu, şen günleri olduğu gibi. O kara günlerde de yine çıkıldı Beyoğlu’na, o güzelim sinema salonlarında bir koltuğa yerleşildi birkaç saatliğine. Her şey, gerçek hayat salon kapılarının dışında bırakıldı. İpek Film’le yıllarca hayallerin renkli dünyasında buluştu insanlar.


 A SILKEN FILM STRIP ROLLED THROUGH BEYOĞLU 
 
Once upon a time, before 1001 television channels invaded our lifestyles, there was cinema which once reflected onto people’s face from the silver screen. Practically everything you wanted to know about life was learned in the cinema. For some, life was lived in the cinema, some in the theaters of Beyoğlu, some at outdoor theathers. Back then, the artists playing the roles of the lives on the movie screen wouldn’t lead floozy lives, but would be natured with respect and love. Films used to be shown one after another in lickety-split fashion. This was the funnest entertainment, to go to the movies. Those in Beyoğlu were especially memorable…

Just like many innovations that came from abroad, cinema was first shown in Beyoğlu. Plays reflecting on the silver screen were not a first in our culture. Undoubtedly, the Karagöz- Hacivat shadow-plays had been reflecting onto spectators’ faces from a white screen, though a different type, for hundreds of years. Later on, there were spellbinding torch and optical illusions theater shows, especially in İstanbul. These were held prior to when cinema first arrived in our country and generally shown in salons in Beyoğlu.

 



 BEYOĞLU’S FILM STRIP DAYS FROM İPEK  
 
At the start of the 20th century, a silken strip began to pass through Beyoğlu. A family that got film making off the ground in Turkey, the İpekçi family initiated an important step in Turkish cinema with a production company they established in İstanbul. Born in Thessalonica in the year 1901, İhsan İpekçi opted to bring cinema films into the country rather than going into the family’s silk business. İpekçi, who got involved in various fields in later years, made a startling forecast. At the start of 1928, he and his brother Kani İpekçi founded the İpek Film Co. The country was going though its formative years at the time, whereas the people were forced to pay the heavy price of 10 years of constant wars. Without a doubt, there wasn’t a society that had achieved full affluence. 



Then again, there was that famous line that all the artists said all the time, and that İhsan İpekçi must have incorporated as a principle and that was “The Show Must Go On.” 
The people’s need for films and dreams would increase even more especially during difficult periods. Cinema was considered the seventh art, comprised of expensive techniques in shooting, editing, voice-over and acting, each requiring great amounts of proficiency and fastidiousness. Without a doubt, it was a business that required a lot of courage considering the conditions of those years. It was impossible not to sense the crazy looks that the İpekçi family was getting from everyone around them.  However, this courage had reached fruition in the years ahead, when hundreds of thousands of movie-goers filled the cinema halls, holding their breaths with tears streaming down their cheeks.
 
 MUHSİN ERTUĞRUL’S CINEMA STAGE 
 
Muhsin Ertuğrul holds a very important place in the films that were produced by İpek Film. First there was Kemal Film which was established in 1928 with the assistance of Muhsin Ertuğrul, who was a pioneer in both cinema as well as on stage. However, because of the Gret Depression, Kemal Film had a tough time staying business for many years. However, İpekçiler paid Muhsin Ertuğrul the money he needed and with the forward thinking vision, made several films together. Muhsin Ertuğrul practically directed the İpekçi family. In 1931, they made a joint Greek-Turkish-Egyptian venture they made the first talkie called ‘İstanbul Sokakları’ (İstanbul Streets). Along with Turkish film stars such as Semiha Berksoy and Talat Artemel in the starring roles, there were also Greek and Egyptian stars as well. Due to insufficient technical support, the dubbing business was conducted at the Espinay Studios in Paris and then brought to İstanbul. 



On the heels of the major interested garnered in the film called ‘İstanbul Sokakları,’ İhsan İpekçi gambled on another decision by setting up Turkey’s first sound studio in Nişantaşı. Thus Turkish films gave the opportunity of principal local vocal talents of the time to begin their soiree with the silver screen, with subsequent coverage given to their songs in films produced later on. In the film ‘İstanbul Sokakları’, which was remade in 1964, Cüneyt Arkın and Filiz Akın revived their careers on the silver screen in this film in which they played the starring roles.
 
 MOVIES UNDER THE WING OF TWO ANGELS 
 
Commemorating the İpekçi’s film production while not doing the same for their movie theater management would be unfair. For many years, this family undertook the management of Beyoğlu’s oldest movie houses such as Emek, Fitaş and Beyoğlu. The historical Emek movie house hosts a number of national and international festivals, including the İstanbul Film Festival. While taking on this duty, it is possible to see the traces that these cinema halls bear from the past and among all of the oldtimers, Emek Sineması has a different status than the others.


This movie house is not located on İstiklal Caddesi, but rather along Yeşilçam Sokağı. The entire staff, including the manager, ticket booth operator and usher, hasn’t changed in years, moving along the strip of celluloid.  You are greeted by a movie house scent that hasn’t changed in years, just like it greeted the İpekçi family years ago. What’s so nice about the venue is that it is one where your mother, father, grandparents could have been in the Emek saloons that are sat in today.  



The name of this cinema comes from the two Art-Nouveau style reliefs of two angels on the outer facade. The decorations on the facade follow those on the interior, ceiling and balcony foyer sections.
With the lodges, balconies and front rows, it seems as though these saloons were more naïve back when the İpekçiler family was running the show. The seats next to the hall’s curtains were called the “first section” and were the toughest seats to sell. When all the other seats were sold out, those sitting in these front seats would end up with quite a pain in their necks, straining to look up at the screen.
Another theater that the İpekçi family also ran was Fitaş. Located inside a fancy passage which sold foreign goods at a time when they were hard to find, Fitaş was highly respected as well. Especially dazzling were the shoe shops that one passed in front walking through the passage over to the movie theater. In particular were the high sole, Lord-type models that made window-shoppers drop their jaws in amazement.
There were only one or two copies of the foreign films that İpek Film’s didn’t produce. These would be shown first in the most popular theaters in Beyoğlu. Like many other innovations, new films would make their initial appearance in Beyoğlu, then later on, they were shown at box offices in Harbiye, Pangaltı and Osmanbey.
 
 FROM THEATER TO CINEMA 
 
Mention an incomparable director of films produced by İpek Film and one has to think of Muhsin Ertuğrul. It was impossible for Ertuğrul, who had made a big name for himself in theater, not to be affected by cinema. For this reason, one could feel the breath of theater in his first films. Another important source for material and subjects of cinema in those days were Turkish versions of western films and literary classics. The era’s most prominent stage actors and actresses passed through the İpek Film studios quite frequently, thus giving themselves the opportunity to reach a much wider audience from the silver screen.The first films shot by İpek Film took a parallel tack with the Republic’s projects towards westernization and modernization. Under the influence of the wave of Egyptian films, the tradition of casting famous singers in starring roles started with the İpekçiler. After Muhsin Ertuğrul, the content of their films changed. As for the 1950's, emphasis was put on films with history films.

 A FAMILY THAT CONTRIBUTED VALUE TO THE NATION 
 
The İpekçi family also brought up important names outside the Turkish film business. Almost all of the family members were educated at private schools such as Robert College, Saint Michel, Galatasaray Lyceé, or else educated abroad. This was a family that led western lifestyles in both their business as well as private lives. Amongst the more prominent members of this family were İsmail Cem and Abdi İpekçi. The latter in particular was a highly esteemed newspaper journalist who made it his mission to model Turkish journalism upon occupational principles. In the earlier period, it was İhsan İpekçi’s cousins who dubbed the Laurel & Hardy comedy duo, adored by children and adults alike.

İpek Film no longer conveys its dreams to us on the silver screen. They movie houses have long been sold to different management companies. For years, film celluloid passed through İpek and Beyoğlu. The people of this huge metropolis were put in a melancholy mood with yearnings, breakups and love affairs, making them cry on occasion. We laughed with Ayhan Işık, we sang with Belgin Doruk. The citizens of İstanbul were caught up in dreams, with ice-cold Alaska Frigos in their hands and bottles of Çamlıca fizzy water at their feet… As there were days that darkened our country, and in fact, the rest of the world, there were happy days as well. Those dark days have again descended upon Beyoğlu to sit for a few hours in an armchair at one of those fine movie theaters. Everything and real life has been left outside the doors of the theater. For years, İpek Film has brought people together in the colorful world of their dreams.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder